Densely populated areas pose challenges for the local governments to tackle with
the social and environmental problems of urbanization such as degraded natural
environment, social and environmental injustice, reduced feeling of well-being,
increased air temperatures, and high flooding risks, leaving urban communities
vulnerable to stressors. These global challenges place a pressing encounter for urban
environments demanding more resilient systems that can deal with the stresses of
urbanization.
Moving on from this perspective, the research focuses on the socio-ecological
theory of resilience, in an attempt to understand how this discipline evolved over the
years to host the human ecosystem approach to study the interactions between social
and ecological systems, and highlight approaches to reinstate nature into urban areas
through the integration of urban Green Infrastructure (GI). The literature review
indicates that there is limited research on the application of this approach in the field
of urban planning and highlights the fact that GI embraces a potential for strengthening
resilience and assisting disaster risk reduction (DRR). As such, the research focuses
on understanding how GI can be implemented into the human ecosystem spatial
networks of challenging inner-city urban contexts to reach socio-ecological resiliency,
versus developing tactical solutions during emergency situations. Accordingly, a
theoretical framework is proposed that approaches the reciprocal relationships
between spatial patterns and sociocultural processes through the use of an integrated
systems approach where the natural and cultural landscape can be spatially and
functionally integrated to enable the creation of more socio-ecologically resilient cities
through a GI oriented approach.
The research utilizes a mixed methodology where both quantitative and qualitative
data are collected and analyzed. Questionnaire surveys are employed to measure the
pro-environmental behavior of local communities in the city center of Amman. The
methodology uses quantitative tools based on graph/space syntax theories. It is argued
that these two methods withhold powerful diagnostic tools for the improvement of
socio-ecological resilience in dense urban areas as in the case of Amman through
visualizing and assessing human ecosystem spatial patterns to develop tactical
solutions in emergency situations.
The findings of the study address the possibilities for the enhancement of the
patchiness of the ecological system by re-establishing a socially driven landscape
connectivity where GI can be developed and sustained. To this end, the study offers
benefits for the development of socio-ecological resiliency and DRR within the
context of the case and similar cases by suggesting specific context-sensitive aspects
within its framework that can be generalized for planning, implementing, and
managing urban GI, building resiliency capacities, and reducing vulnerabilities in
urban communities.
ÖZ:
Yüksek nüfusa sahip yerleşimler, hızlı kentleşmenin yol açtığı bozulmuş doğal
alanlar, sosyal ve çevresel adeletsizlik, insan sağlığının olumsuz etkilenmesi, hava
sıcaklığının artması, sel ve taşkın riskinin yükselmesi gibi sosyal ve çevresel sorunlara
neden olarak, kent topluluklarını streslere karşı daha duyarlı hale getirmekte ve yerel
yönetimlerin acil durumlar karşısında mücadele edebilme kabiliyetlerini olumsuz
etkilemektedir. Halbuki dünyamızda daha kaliteli kentsel çevrelerin yaratılması,
kentleşmenin etkileri ve stresleriyle başa çıkabilen daha esnek sistemlerin
oluşturulması ile mümkündür.
Bu çerçeveden hareketle, kentlerde sosyal ve ekolojik sistemler arasındaki
etkileşimleri insan ekosistemi yaklaşımı üzerinden inceleyen bu çalışma, bu kavramın
zaman içinde farklı disiplinlerde nasıl dönüştüğüne bakarak, sosyo-ekolojik esneklik
kuramına odaklanmakta ve doğanın kendini yenileyebilmesi için Yeşil Altyapı’nın
(YA), kent alan larına nasıl dahil edilebileceğini araştırmaktadır.
Literatür taraması, bu konunun kentsel planlama alanında sınırlı bir araştırmaya
konu olduğunu kanıtlamakta, ve YA’nın kentsel toplulukların direncinin
güçlendirilmesinde ve afet risklerinin azaltılmasında önemli bir role sahip olduğu
göstermektedir.
Bu çerçevede araştırma, Ürdün'deki Amman şehir merkezi örneğinde, YA’nın,
kentlerde sosyo-ekolojik esnekliği sağlamak ve afet durumlarında acil tedbirler
üretebilmek için karmaşık kent sistemlerinde nasıl uygulandığı konusuna
odaklanmaktadır. Bu hedefle, YA planlamasında mekansal ve işlevsel olarak kente
bakmak yanında insan hareketinin de dikkate alınarak entegre bir sistem yaklaşımının
geliştirilmesinin önemini vurgulayan çalışma, mekansal örüntüler ve sosyokültürel
süreçler arasındaki ilişkileri incelemektedir.
Araştırma, hem nicel hem de nitel verilerin toplandığı ve analiz edildiği karma bir
metodolojik yaklaşımı benimsemektedir. Çevreye Duyarlı Davranışları (ÇDD) ölçen
bir anket yöntemine başvuran araştırma, aynı zamanda grafik/mekan sentaks
teorilerine dayalı nicel araçlardan da faydalanmaktadır. Bu iki yöntem entegre olarak
kullanıldığında, Amman ve benzeri alan çalışmalarında, bağlama duyarlı bir
yaklaşımla kent sistemlerinde sosyo-ekolojik esnekliğin geliştirilmesi ve afet
durumlarında acil tedbirler üretilmesi amacı ile kullanılabilecektir.
Çalışmanın bulguları, YA’nın peyzaj sistemleri arasındaki ekolojik bağların sosyal
ilişkiler ağı ile birlikte değerlendirildiği zaman sürdürülebilir bir yapıya sahip
olabileceğini ortaya koymuştur. Kentlerin sosyal ve ekolojik sistemlerindeki
kırılganlıkları tolere edebilmesi için kentlerin daha esnek bir yapıya sahip olmalarının
önemine vurgu yapan çalışma, YA’nın kentteki sosyal ilişkilerin de incelenerek
planlanlanabilmesi, uygulanabilmesi ve yönetilmesi için metodolojik bir çerçeve
sunmakta ve benzeri dinamiklere sahip bağlamlarda sosyo-ekolojik esnekliği
sağlamak ve doğal afet risklerini azaltmak için öneriler sunmaktadır.